A’dan Z’ye Mısır Ve Nil Gezisinden Notlar – 26 2021-01-17 10:00:00
A’dan Z’ye Mısır ve Nil gezisinden notlarımı paylaşmayı sürdürüyorum…
Temr hindi şerbeti: Mısır ve Nil gezimizin son günlerine doğru Kahire’de bir akşamüzeri parfümeri ziyaretine gitmiştik. Parfümlerin tanıtımı sırasında önce çay daha sonra da Mısır’da temr hindi adıyla anılan şerbet ikram edildi. Rehberimiz temr hindi şerbetinin Mısırlılarca çok sevildiğini ve ülkemizde de “demirhindi” adıyla bilindiğini söyledi. İzmir’de satıldığını görmüş ancak tatmamıştım. Küçük, nakışlı cam bardaklarda hafif soğutulmuş olarak sunulan temr hindi şerbeti çok hoşuma gitti. Açlığımı ve susuzluğumu giderdi. Şerbet, mayhoş, serinletici ve egzotik rahiyası ile gezimize renk kattı.
Son yıllarda geleneksel şerbetlere dönüş/yeniden canlandırmaya yönelik çalışmalar yapılıyor. Sağlıklı gıda tüketmek ve üretmek konusunda oldukça güzel gelişmeler izliyorum. Kemeraltı’da geleneksel şerbetçiler çoğaldı. Şerbetler hem satılıyor hem de kahve yanına ikram ediliyor. Daha önce hiç tatmadığım demir hindi şerbeti Osmanlı saray mutfağında çok sevilen bir şerbetmiş. Kanuni Sultan Süleyman’ın en sevdiği şerbet evlerde kolaylıkla yapılabilir.
Arapça temr hindi adıyla anılan bu ağaç ”Hint hurması” anlamına geliyor Afrika kökenli olmakla birlikte öteden beri bütün tropikal ülkelerde, özellikle de Hindistan ve Mısır'da yetiştirilen bir ağaçtır. Ağacın meyvesi sert kabuklu ve içi hurma rengi ve kıvamındadır. Bu meyveler taze olarak meyve niyetine ya da yemeklere eklenerek tüketiliyor. Ayrıca kurutulup ezilerek şerbet, marmelat ve içki yapılıyor. Mısır ve Afrika ülkelerinde kurutulup toz haline getirilerek baharat olarak değerlendiriliyor.
Kemeraltı’ndaki bazı baharatçılarda ezilmiş ve kalıp haline getirilmiş demirhindi kurusu satılıyor.
Yapılışı: Bir litre içme suyuna 100 gram demirhindi meyvesi ekleyip birkaç saat bekliyoruz. Kurumuş ve sıkışmış meyve ve ekleri su ile yumuşuyor. Daha sonra istendiği kadar şeker ekleyip kaynatıyoruz (Meyvenin kendisinde de az miktarda şeker bulunuyor). İsteğe bağlı olarak içine karanfil, tarçın, kakule ve benzerlerini ekleyebilirsiniz. Kısık ateşte 10 dakika kaynatıp ateşi kapatıyoruz. Karışım ılıyınca tel süzgeçten geçirip soğutuyoruz. Bu şerbet berrak bir görünümde olmuyor. Meyvenin lifleri nedeniyle oldukça koyu kıvamlı ve kahverengi heterojen bir görünüme sahip. Buzdolabında birkaç gün saklanabiliyor.
Timsah Mumyaları Müzesi: Aswan yakınlarında Nil kıyısında bulunan Kom-Ombo Tapınağı gezimiz sona erince hemen yakınındaki Timsah Mumyaları Müzesi’ni de gezdik. Yeğenlerim, izledikleri belgesel filmlerden olsa gerek, Nil’de timsah görebileceğimi söylemişlerdi. Ancak timsahların aşırı avlanması ve doğal yaşam ortamlarının yok edilmesi sonucu Nil’de artık timsah yaşamıyor. Yalnızca hayvanat bahçelerinde bulunuyormuş. Biz de timsah mumyaları ile avunduk.
Kom-Ombo Tapınağı timsah başlı tanrı Sobek’e adanmıştı. Sobek’in yaşam bulmuş hali olarak timsaha tapılıyordu. Timsahlar öldüğünde tanrılara armağan olarak mumyalanıp defnediliyordu.
Yapılan kazılarda Tapınak çevresinde 300 ‘den fazla timsah mumyası, timsah yumurtaları ve timsah motifli heykeller bulunmuş. Mısır Eski Eserler Bakanlığı bulunan mumyalardan 40 tanesinin temizlik ve bakımını yaptıktan bu müzede sergilemeye başlamış. Ayrıca timsah bedeninin mumyalama aşamaları canlandırma olarak ayrı bir camekânda sergilenmişti.
Türkiye’de daha önce de çeşitli müzelerde mumyalar gördüm. Ancak timsahın kendine has ürkünçlüğü ve az ışıklandırılmış müze ortamı bende biraz korku filmi etkisi yarattı. Çocuk ve genç gezginler kadar olmasa da heyecanla müze gezimizi tamamladık. Mumyaların sunumu, ışıklandırma ve bilgilendirme panoları ile beğendiğim bir müze oldu. Gezilerimde değişik müzeler görmeyi severim. Köklü kültürlerin kalıtlarını sistematik bir sunumla izlemek de iyi bir öğrenme yöntemidir. Bu nedenle her gezgine olanakları ölçüsünde değişik müzeler gezmelerini öneririm.
Tutankamon ve Tutmania: Mısır Müzesi gezimizin en heyecanlı bölümünü anlatmaya sıra geldi. Bu yazı dizisinin birçok yerinde Tutankamon ilgili birçok değinmelerim oldu. Elbette bunun çok önemli nedenleri var. Kısaca özetlersem:
1. Tutankamon’un mezarının sıra dışı bulunma öyküsü
2. Mezarın içindeki eşyaların ve mumyanın el değmemişliği ve tamlığı
3. Eserlerin maddi değerinin paha biçilemezliği
4. O güne kadar arkeoloji dünyasında tam olarak çıkarılabilen yegâne yapı olması.
Arkeologlar ellerine tam olarak ulaşan yegâne mezar kalıntılarından bir sürü yeni bilgilere ulaştılar. Ciltlerce kitap yazıldı. Bugün de ülkeye para kazandırmayı sürdürüyor. Biraz da gördüklerimden söz edeyim:
Müze’de üst kat Tutankamon Galerisi olarak düzenlenmiş. Ancak eserlerin hepsini sunabilecek alan bulunmadığı için en önemlileri sıkışık düzende sergilenmişti. Görebildiklerimiz arasında altın ve değerli taşlarla süslü tabut sandukası, altın at arabası, altın taht, altın ve gümüş takılar, altın bastonlar, altın mutfak eşyaları, altın ve değerli taşlarla süslü sandaletlerdi. Beni asıl heyecanlandıran som altın kaplama lahit ve masktı.
İkinci yaşam inancı için servet dökülen bütün bu gösterişli mezarlar ve eşyalar büyük bir ironiyi de içinde barındırıyor. Halk yoksulluk içinde yaşarken Firavunların derdi günü gösterişli mezarlar ve içine konacak eşyalardı.
Tutankamon’un mezarının bulunması ve arkasından gelişen olaylar ise büyük tartışmalara yol açtı.
Tutankamon’un mezarı hırsızların 3200 yıldır bir türlü bulamadığı tek mezardır. Krallar vadisinde bütün mezarlar yoğun güvenlik önlemlerine karşın kısa sürede soyulmuş, geriye boş mezar odaları kalmıştı.1900’lerin başında Avrupalı bilginlerce Eski Mısır uygarlığına bir ilgi başladı. Doğal olarak bu ilginin ana amacı paraydı. Arkeolojik kazılar ve bilimsel araştırmalar Krallar Vadisi’nde de sürüyordu. Bulanan her mezar galerisi soyulmuştu. İçleri boştu.
İngiliz araştırmacı Howard Carter 1922 yılında Tutankamon’un mezarının yerini buldu. Ancak giriş kapısını bir türlü bulamıyordu. Çünkü komşu mezarın molozları Tutankamon’un mezar girişine dökülmüştü. Uzun uğraşlar sonunda Carter komşu mezarın duvar boşluğundan bir geçiş açtırarak Tutankamon’un mezarına ulaştı. Elinde mum ışığı ile altından yapılmış bir adam boyu mezar sandukasına ulaştığında tarihler 1922’yi gösteriyordu.
Bu keşiften sonra Avrupa’yı “Tutmania” adıyla anılan bir akım sardı. Moda ve güzellik sektörü, mimarlık ve dekorasyonda tüm dünyayı etkisi altına alan Eski Mısır imgelerinin kullanılması çılgınlığına Tutankamon’dan esinle Tutmania adı verildi.
Tutmania ile birlikte güzellik anlayışı da değişti. Kadınlar boyunlarının daha belirgin olması için çabaladı. Buna bağlı giyim modası değişti. Kleopatra en çok örnek alınan ikon haline geldi. Göz makyajları daha koyu hale getirilmiş, boncuklu file gibi saç süsleri moda olmuştu. İpekli kumaş satışları patladı. 1929 büyük ekonomik bunalımı ile birlikte bu akım sona erdi.