Ana Sayfa Kent-Yaşam yazıları Uzm. Dr. Metin Özer Süha Tarman’ın gözünden 1940’lı yıllarda Karataş’ta yaşam

Süha Tarman’ın gözünden 1940’lı yıllarda Karataş’ta yaşam

Balkan Savaşları’nda Osmanlı devletinin karadaki başarısızlıkları denizde de sürmüştü. 21 Ekim 1912’de Limni’yi işgal eden Yunanistan, 3 Ocak 1913’e kadar tüm Ege adalarını tek tek ele geçirmişti. Limni, Sakız, Midilli ve Sisam adalarındaki Türkler’i buralardan uzaklaştırmaya başlayan Yunanistan, yerlerine Rumlar’ı yerleştirmeye başlamıştı. Can derdine düşen Türkler, Anadolu kıyılarına ulaşmaya çalışıyorlardı. Bunlardan biri de 1937 doğumlu Elektrik Mühendisi Süha Tarman’ın baba dedesiydi. Midilli’de yaşayan askeri görevli Musa da çocuklarını yanına alarak 1913’te Edremit’e göç etmişti. 

Süha Bey ile görüşmemiz Karşıyaka’da adeta bir müze haline getirdiği bir evde 21 Ocak ve 11 Şubat 2022 günlerinde oldu. Babası Esat Tarman’ın 1917-1920 yılları arasında askerliği sırasında İngilizler’in Mısır-Seydibeşir kampındaki esaret günlerini, çocukluğundaki Karataş semtini, İzmir’in tarihi Elektrik ve Havagazı fabrikalarının faal olduğu yılları konuştuk. 

Karataş’ta Mahrukat Tecimevi

Osmanlı devleti Musa ve ailesine 100 zeytin ağaçlı bir tarla vermiş olsa da geçinmelerine yetmemişti. Musa’nın 1900 doğumlu oğlu Esat, Ziraat Mektebi’nde okumaya başlamıştı. 1917 yılında son sınıf öğrencisiyken aynı yaştaki tüm gençler gibi, 17 yaşında askere alınmıştı. On ayrı cephede savaşan Osmanlı ordusu onu Filistin’e göndermişti. Kısa süre sonra, birçok Türk askeriyle birlikte teğmen rütbesi verilen Esat da İngilizler’e esir düşmüştü.

Esat ve arkadaşları1920’de salıverilip zor şartlar altında İstanbul’a ayak basmış olsalar da yetkililerin ilgisizliği onu ve arkadaşlarını çok üzmüş. Nihayet, 1922’de İzmir’de postanede göreve başlamış. Kazancı yetersiz kalınca eniştesinin de önerisiyle o günlerde adı “İnönü” olan, daha sonraları “Mithatpaşa” adı verilen cadde üzerinde Mahrukat Tecimevi (yakıt ticarethanesi) açmış. Sobalarda ve mangallarda kok veya taş kömürü yerine o yıllarda daha kolay bulunan ve ucuza gelen odun veya odun kömürü kullanıldığından, iyi iş yapmaya başlamış. 

Isınma genel olarak mangalla, aydınlanma ise çıra, mum veya kandille sağlanırmış. Soba ve elektrik Esat Bey gibi varlıklı kişilerin evlerinde bulunurmuş. Belçika’nın sanayi kenti Farciennes’te imal edilen “Mignon” marka, o günlerden kalma ve halen kullanılır durumdaki odun-kömür sobası görüştüğümüz evin salonundaydı. Sobanın kullanım kılavuzu bile saklanmıştı. 

Esat Bey 1927’de Zehra Duriye Hanım ile evlenmiş. Süha (1937) ve ağabeyi Şekip Tarman (1931), Karataş’ta Asansör semtinin üst kısmında, Rumlar’dan kalma, iki katlı, küçük bir evde doğmuşlar. Süha Bey Asansör İlkokulu’ndan sonra İzmir Saint Josef Fransız Koleji’ni bitirmiş. Onun deyişiyle “müadelet-i tasdikli” (geçerli) diploması olmadığından Tilkilik Ortaokulu’ndan diploma almış. Ardından İstanbul Saint Josef Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrenim görmüş.

İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu ağabeyi Şekip Bey’in şair yönü de varmış. 2018’de çıkan “Martı” isimli şiir kitabının “Otobiyografi” isimli dizelerinde “Ben İzmir’de Karataş’da doğdum. Otuz beşinde aşık, on yedisinde külhanbey, otuzunda hakim, yetmişinde siyatik oldum” der.

Karataş’ta Yahudi komşular

Esat Bey ve eşi 8 Ağustos 1943’de oğullarını sünnet ettirmeye karar verseler de evlerinin küçük olması onları düşündürmekteymiş. Mahallelerinde büyük bir evde oturan Madam Fortune’un kendi evini kullanabileceklerini söylemesi aileyi çok mutlu etmiş. Madam Fortune evindeki Yahudilikle ilgili objeleri geçici olarak kaldırarak sünnetin kendi evinde yapılmasını sağlamış. 

Cumartesi (Şabat) günü Yahudilikte ibadet ve dinlenme günü olarak kabul edildiğinden ateş de yakılmazmış. Yahudi aileler bir gün önceden mangal veya sobadaki odun kömürünün üzerine çıra bırakırlar, ateşi yakan Türk komşularının çocuklarına beş kuruş veya bir fincan çerezlik karpuz çekirdeği verirlermiş. Süha Bey’in tercihi karpuz çekirdeği olurmuş. Çocukluktan kalma alışkanlıkla halen Urfa’dan karpuz çekirdeği getirtmeye devam ettiğini söylüyor. 

İzmir Kız Lisesi’nin karşısında, Esat Bey’in odun deposunun yanında, çoğunlukla fakir Yahudiler’in yaşadığı Rızabey Aile Evi varmış. Burası bir avluya açılan yan yana ve tek göz odalardan oluşmuş, avlusunda tulumba, tuvalet ve mutfak bulunan tek katlı bir toplu konutmuş. Daha sonraki yıllarda “Urgancı Apartmanı” olan bu konutlarda boyoz yapıp seyyar olarak satan bir Yahudi vatandaş da yaşarmış. Süha Bey, o boyozların farklı olduğunu anlatırken, Yahudi komşularının 1948’de Karataş’ı terk etmesinden duyduğu üzüntüyü halen hissetmekte.

Karataş’ta Kömürcü Esat Bey

Esat Tarman yıllarca odun kömürü ve odun ticareti yaptığından Karataş’ta, “Kömürcü Esat Bey’in oğlu olarak tanınırmış. “Tarman” (tarım insanı) soyadı da babasının Ziraat Mektebi’nde okumasıyla ilgiliymiş.

Esat Bey, bugün Karataş Lisesi’nin olduğu yerdeki o yıllarda kullanılmayan vapur iskelesini kiralamış. Odun kömürünü Marmaris’te yaptırıp, deniz yolundan mavnalarla taşıtıp, bu iskeleye indirmeye başlamış. 1945’de İzmir Kız Lisesi’nin karşısında da bir dükkan kiralamış. Buraya İzmir’de üretilen Özler marka elektrikli bir bıçkı makinası yerleştirerek odun satmaya da başlamış. Odunlar Çanakkale’den deniz yoluyla gelmekte, iki büyük tekerleği olan at arabalarıyla İzmir’in çeşitli semtlerindeki bayilere dağıtılmaktaymış. Süha Bey, çocukluk yaşlarındayken odun deposunda besledikleri bir keçinin, işçilerden birinin cebindeki kağıt paraları yemesini, işçinin yaşadığı çaresizliği hiç unutamamış. 

Süha Bey iyi bir hafızaya ve arşive sahip. Karşıyaka’daki evindeki tüm kitapları raflara yerleştirilmiş, belge ve fotoğraflar çok düzenli bir şekilde dosyalanmış, dijital ortama aktarılmış. Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesine (APİKAM) 25 Mayıs 2009’da birçok kitap ve fotoğraf bağışlamış. “Kalan belgeler, kitaplar ve diğer antika objeler de zamanı gelince yine APİKAM’a gidecek” diyor…

İLİŞKİLİ YAZILAR
- Advertisment -
 

EN ÇOK OKUNANLAR