Frengi: Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına miras kalan bulaşıcı hastalıklardan biri de cinsel yolla bulaşan frengidir. Bu hastalığın Amerikan kıtasından Avrupa’ya 1495 yılındaki Napoli kuşatması ile geldiği bilinmektedir. Osmanlı’nın o dönemlerde Avrupa ile ilişkilerinin zayıf olmasından dolayıdır ki bu hastalık Avrupa’dan çok daha sonraları Osmanlı’da görülmüş ve yaygınlaşmıştır. Osmanlı’da görülen frengi “masumlar frengisi” olarak adlandırılır, çünkü genellikle cinsel yolla bulaşan bu hastalık aynı zamanda doğuştan da mevcut olabilmekteydi.
Frenginin dünyada hızla yayılması ve salgın haline gelmesi ise ortak kullanılan eşyalar nedeniyle olmuştur. Osmanlı’da yaygın olarak kullanılan eşyalarla hastalığın yayılması sonucu bu hastalığa “masumlar frengisi” denmesine yol açmıştır. Bir örnek verecek olursak, Dr. Düring Anadolu’da bu hastalıkla ilgili tarama yaparken bir köyde küçük çocuklarda bu hastalığı tespit eder ve araştırır. Ulaştığı netice hayli ilginçtir, çünkü köyün çocukları köy meydanındaki çeşmeden su içmişlerdir ve daha önce o çeşmeden frengili birinin su içtiğini ve bıraktığı mikrobu bu çocuklara bulaştırdığını kanıtlar.
Bazı kaynaklar bu hastalığın ilk kez 15. Yüzyıl sonlarında İspanya’dan gelen Yahudiler aracılığıyla Anadolu’ya geldiğini söyleseler de bu kanıtlanmış bir bilgi değildir. 19. Yüzyıl’ın ilk yarısından sonra Avrupa ile gelişen özellikle ticari ilişkiler başta liman kentleri olan İstanbul ve İzmir’den bu hastalık Anadolu’nun iç kesimlerine yayılmıştır. Zenginleşen sınıfın yanında çalıştırılmak üzere Avrupa’dan getirilen aşçılar, ayvazlar, müstahdemler, bakıcılar ve kontrolsüz bir şekilde İstanbul ve İzmir’e yerleşen fuhuş yapan Avrupalı kadınların bu hastalığın yayılmasında öncülük ettiklerini söylesek abartmış olmayız.
Frengi hastalığının Osmanlı’da salgın haline gelmesi (1806-1812), (1828-1829), (1853-1856), (1877-1878) tarihlerindeki Osmanlı-Rus savaşları sonucunda oluşmuştur. Cepheden dönen askerlerin bu hastalığı tüm Osmanlı topraklarına yayması neticesinde Osmanlı yönetimi bu hastalığı kontrol altına almak için (1856-1858) İstanbul’da ilk genelevlerin açılmasına müsaade etmiştir. 1883 yılında Osmanlı ordusunun reorganizasyonu için Almanya’dan getirilen Doktor Baron von der Goltz Anadolu’nun çeşitli kentlerinde dört yıl içinde 250 bin kişiyi muayene ettiğini ve bunlardan 80 bin kişinin frengili olduğunu padişaha rapor eder. Padişaha sunulan raporlarda bu hastalığın çocuklarda ve masum insanlarda da görüldüğü ve hızla yayıldığının bildirilmesi üzerine Osmanlı Devleti nüfusun hızla azalması ve soyun bozulmasındaki en önemli etkenin bu hastalık olduğuna karar verir.
Osmanlı Devleti bu hastalıkla mücadele etmek için 1889 yılında Almanya’dan bu konuda uzman olan Doktor Ernst von Düring (Düring Paşa) getirtir. Dr. Düring, Tıbbiye’de dersler vermeye başlar ve kendisine Haydarpaşa Askeri Hastanesi Başhekim Yardımcılığı, Ankara ve Kastamonu illeri Genel Sağlık Müfettişliği görevleri verilir. Dr. Düring 16 doktor ve 2 eczacıdan oluşan ekibiyle at sırtında Anadolu’yu tam 14 kez taramış ve bu hastalıkla ilgili hem halkın aydınlanması hem de gittikleri yerlerdeki doktorların bilinçlenmesi için çok sayıda kurslar vermiş ve çalışmalar yapmıştır. Osmanlı Devleti frengi hastalığıyla daha etkin bir mücadele sürdürmek amacıyla 18 Ekim 1915 tarihinde Emraz-ı Zühreviye’nin Men-i Sirayeti Hakkında Nizamnamesi’ni yürürlüğe koymuştur.
Latince adı “syphilis” (sifilis) olan bu hastalığı toplumlar çeşitli değer yargıları yüzünden hep başka toplumlara mal etmeye çalışmışlardır. Bu nedenledir ki genellikle bulaşma kaynağı ile anılır olmuştur (Fransız hastalığı, Napoli hastalığı, Çin hastalığı). Osmanlı ise hastalığın Avrupa’dan geldiğinden dolayı “illet-i efrenci”, “daü’l-efrence”, “maraz-ı efrenci” gibi isimlerle adlandırsalar da en yaygın olarak “frenk uyuzu” ya da günümüzde de kullanılan adıyla “frengi” olarak tanımlanmaktadır. Osmanlı’da frengi ile mücadele 1850’den sonra ciddi anlamda başlamış ve frengi ile mücadeleyi fuhuşla mücadele olarak yürütmüştür. Bu hastalığı Osmanlı hekimleri arasında ilk tanımlayan ve söz eden Cerrah İbrahim Efendi olmasına rağmen, Frengi ile mücadelede Askeri Tıbbiye çok önemli bir rol oynamıştır. Askeri Tıbbiye’nin Dermatoloji ve Veneroloji Kürsüsü’nün başında olan Hüseyin Hulki Bey 1892 yılında Viyana’da yapılan 2. Dermatoloji Kongresi’ne “Sifilizde Civa Tedavisi” adlı bir bildiri sunarak uluslararası alana Osmanlı’da bu hastalıkla ilgili yapılan çalışma ve araştırmaları nakletmiştir.
Hükümet, 23 Mayıs 1922 tarihinde Milletler Cemiyeti’nin 1904, 1910 ve 1921 yıllarında düzenledikleri uluslararası beyaz kadın ve çocuk ticareti, edebe aykırı yayınlar ve benzeri konulardaki konferans ve sözleşme kararlarını kabul etmesine rağmen fuhuş ve frenginin önlenmesinde ciddi bir yol alamamıştır. Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte bu hastalıkla bilimsel bir şekilde mücadele etme yöntemi benimsenmiş ve 1921 yılında çıkarılan “Frenginin Men ve Tehdidi” yasasıyla bütün frengililerin devlet tarafından parasız tedavi edilmesi sağlanırken aynı yıl içinde çıkarılan bir başka kanunla da frengililerin evlenmeleri yasaklandı. 24 Nisan 1930 tarihinde Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıkarılmış ve 12 Kasım 1933’de Fuhuşla ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Nizamnamesi yürürlüğe konmuştur.
Bu hastalığın ülke genelindeki ürkütücü boyutlarını daha iyi kavramamız açısından bazı rakamlar vermekte sanırım fayda var. 1926 yılında 84 bin 662, 1930 yılında 114 bin 730, 1935 yılında 173 bin 578, 1940 yılında 170 bin 177 frengi vakası tespit edilmiş ayrıca 1947 yılının sonuna kadar muayene edilen 2 milyon 247 bin 561 kişiden 862 bin 312’sinin frengi hastası olduğu tespit edilmiştir. Bu hastalığın tedavisi için Hastane, Dispanser ve Hükümet Tabipliklerine ücretsiz olarak 1929 ile 1933 yılları arasında yaklaşık 166,5 kilogram Neosalvarsan, 462 kilogram Bizmut bileşiği ve 1.037 kilogram Cıva bileşiği gönderilmiştir. (Rakamlar için Doç. Dr. Mehmet Temel- Atatürk Döneminde Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklarla Mücadele- sayfa 34-35 )
Frengi hastalığı Osmanlı’da ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında hatta hala günümüzde toplum ve yöneticiler tarafından “ayıp”, “utanılacak”, “saklanacak şey” olarak görülmesi hastalığın yayılmasında ve tedavisinde olumsuz koşulları da beraberinde getirmiştir. Günümüzde dahi bu hastalıkla ilgili yeterince bilgiye, belgeye ulaşmak neredeyse imkânsızdır. Geçmişteki ölüm nedenlerini araştırdığımızda frengi hastalığından ölenlerin bu hastalıktan öldüğü ya yazılmamakta ya da o bölüme bir başka hastalık adı yazılmaktaydı. İşgal ve Kurtuluş Savaşı yıllarındaki gazeteleri ve ilanları incelediğimizde seyyar doktorların bu hastalığın tedavisinde hastanelerden daha çok ilgi gördüğünü tespit edebiliyoruz.
İzmir’in bir liman kenti olması, dış dünya ile ticari bağlarının hareketliliği, etnik toplulukların fazla oluşu eğlence hayatını oldukça hareketli ve renkli kılmaktaydı. Bu durum İzmir’de fuhuş sektörünün de gelişip yaygınlaşmasına neden oluşturmaktaydı. İzmir’de frengi ile ilgili ilk gazete haberlerine 19. Yüzyıl’ın sonlarına doğru rastlarız. Gazetelerde bu hastalığın Avrupalılar’dan bulaştığı yolunda uyarıları okurken aynı zamanda bu hastalığın yalnız hasta olanı değil, tüm ailesini ve sülalesini de etkileyeceği sık sık vurgulanır. Anadolu’nun başı bu yıllarda salgın hale gelmiş olan frengi hastalığı ile iyice derttedir. Öyle ki halkın beşte biri bu hastalığa yakalanmıştır ve İstanbul, İzmir, Kastamonu gibi vilayetlerde bu oran daha korkunç boyutlardadır.
Osmanlı hükümetleri İstanbul’da ve diğer illerde olduğu gibi İzmir’de de frengi ile mücadeleyi fuhuşla mücadele olarak görmüş, özellikle İstanbul’daki uygulamalar İzmir’de de örnek alınmıştır. İzmir’de zührevi hastalıkları önlemek ve tedavi etmek için Halil Rıfat Paşa öncülüğünde bir hastane yapılması kararı alınmış olmasına rağmen bu karar önceleri maddi sıkıntılar nedeniyle hayata geçmemiştir. 26 Ekim 1889 tarihli İzmir Sıhhiye Komisyonu’nca hazırlanan on maddelik raporu Vali Halil Rıfat Paşa Dâhiliye Nezareti’ne göndererek İzmir’de bu hastalıkla ilgili bilgiler ve alınması gereken önlemler hakkında sarayı haberdar etmiştir. Adı geçen bu raporda frenginin kaynağı olarak fuhuş, fuhuşun kaynağı olarak da şehrin muhtelif yerlerindeki genelevleri gösterilmiştir. Raporda İzmir’deki merkezi yerlerde bulunan genelevlerinin şehrin dışındaki Sakızlı Mahallesi’ne taşınması, sürekli denetlenmesi ve çalışanların sıkı bir şekilde sıhhi kontrole tabi tutulması gerekli görülmüştür. Bu raporda 25 yataklı bir hastane kurulması, hastalara gerçek dışı sağlam raporu veren doktorların cezalandırılması ve azledilmesi ve de hastalık taşımayan kişilerin sağlam olduğunu belirleyen bir madeni madalyonun boyunlarına takılması raporda yer almıştır. İzmir’de böylelikle fuhuş kontrol altına alınacak ve frengi ile mücadele edilecektir.
Belediye tarafından 1908 yılında yaptırılan frengi hastanesi (Eşrefpaşa) hizmete girmesiyle hastalıkla mücadele daha sistemli bir hal almıştır. Özellikle genelevlerinde çalışan kadınların bu hastaneye gelip gitmelerinde yaşanan problemler nedeniyle genelevlerde çalışan kadınların muayeneleri çalıştıkları yerlerde ücret karşılığında yapılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet ile birlikte bu hastalıkla mücadelede İzmir’de Emraz-ı Zühreviye Komisyonu kurulmuş, bu komisyon her hafta düzenli toplanarak hastalıkla ilgili birçok uygulamayı hayata geçirmiştir. Komisyon ilk etapta gazino, bar ve benzeri yerlerde kadın garson çalıştırılmasını yasaklamış, ardından sokaklarda fuhuş yapan kadınların toplatılarak genelevlere gönderilmesi ve fuhuş yapanların gizlice takip edilmesi gibi polisiye tedbirler tartışmalara neden olmuş ve hem hastalıkla hem de fuhuşla mücadelenin daha bilimsel yapılması yönünde görüş ve düşünceler dile getirilmiştir. Frengi hastalığı ile ilgili mücadelede bu hastalığa yakalananların tedavilerini kolaylaştırmak ve gizlice yapılmasını sağlamak amacıyla 1927 yılında Eşrefpaşa Hastanesi’nin yanında belediye tarafından Emraz-ı Efrenciye Dispanseri açılmış, gazetelerde bu hastalıkla ilgili kampanyalar düzenlenmiş ve bazı sinemalarda halka frengi ile ilgili tanıtım filmleri gösterilmiştir.
Cumhuriyet’in ilk döneminde frengi ile mücadele tüm aksaklık ve eksiklere rağmen başarı ile sürdürülmüş, öyle ki 1927 yılında ayda ortalama 100 kişi bu hastalıktan dolayı muayeneye tabi tutulurken; 1932 yılında ayda ortalama 1.190 kişi muayene edilmiştir. Aradaki bu büyük farkın Cumhuriyet’in ilk yıllarında halkın sağlığına verilen önemi gözler önüne sermesi açısından çok çarpıcı bir örnek oluşturmaktadır. Bütün bu çalışmaların sonucunda frengi hastalığının hızla yayılmasının önüne geçilmiş ve kontrol altına alınmıştır. 1936-1946 yılları arasındaki on yıllık zaman diliminde İzmir’de yalnızca 3375 frengi vakası tespit edilmesi bunun en önemli kanıtıdır. Frengi ile mücadele zaman, zaman zafiyete uğraması neticesinde bu hastalığın ülkemizde ve kentimizde kökü kazınamamıştır. Salgın halinde olmasa bile hala frengi vakaları tespit edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Dünya’da 1996 yılında bu hastalığa yakalananların sayısını 12 milyon olarak açıklarken, ülkemizde de Sağlık Bakanlığı 1997 yılında frengili hasta sayısının 3023 olduğunu tespit etmiştir. Frengi hastalığının yalnızca fuhuşun önlenmesine indirgemek yerine bu hastalıkla bilimsel bir şekilde mücadele etmek ve toplumun bu hastalık konusunda eğitilmesi gerekmektedir. Tolumdaki bu hastalıkla ilgili utanma, saklama ve korku gibi düşüncelerin süratle aşılması hastalığın önlenmesi konusunda önemli bir rol oynayacağı artık anlaşılmıştır. (Bitti)
Kaynakça:
Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü (1973) T.C. Sağlık Bakanlığı. Yayın no: 46 Ankara
– Yeni Asır gazetesi: 21 Mart 1933, 20 Kasım 1933, 29 Kasım 1933 ve 25 Aralık 1933
– Atay, Çınar: Tarih İçinde İzmir.
– Beyru, Rauf: 19. Yüzyıl’da İzmir’de Sağlık Sorunları ve Yaşam. İBB Kent Kitaplığı.
– Çiçek, Ümit: Antik Dönem Sağlık Merkezleri, İzmir Ticaret Odası Yayınları.
– İzmir’in Sağlık Tarihi Kongresi, 1-3 Aralık 2005 Bildiriler. Editörler: Eren Akçiçek ve Onur Kınlı.
– Karayaman, Mehmet: 20. Yüzyılın İlk Yarısında İzmir’de Sağlık. İBB Kent Kitaplığı.
– Martal. Abdullah. (2000), İllet-i efrenciye (İzmir’de frengi ile mücadele) Tepekule Tarih Yerel Tarih Araştırmaları Dergisi, 1, sayfa 88-91.
– Nikiforuk, Andrew: Mahşerin Dördüncü Atlısı Sağlın ve Bulaşıcı Hastalıklar Tarihi. Çev. Selahattin Erkanlı- İstanbul 2007.
– Pınar, İlhan: Hacılar, Seyyahlar, Misyonerler ve İzmir. İBB Kent Kitaplığı.
– Şenocak, Bülent: Levant’ın Yıldızı İzmir, Levantenler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler. Şenocak Yayınları.
– Temel, Doç. Dr. Mehmet: Atatürk Dönemi’nde Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklarla Mücadele, Nehir Yayınları.
– Uluslararası Amerikan Koleji Araştırma Komitesi: İzmir’deki Bazı Sosyal Koşullar Hakkında Bir Araştırma. İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı, Çeviri: Aykan Kandemir.
– Ürük, Yaşar: İzmir’i İzmir Yapan Adlar. İBB Kent Kitaplığı.
Frenginin dünyada hızla yayılması ve salgın haline gelmesi ise ortak kullanılan eşyalar nedeniyle olmuştur. Osmanlı’da yaygın olarak kullanılan eşyalarla hastalığın yayılması sonucu bu hastalığa “masumlar frengisi” denmesine yol açmıştır. Bir örnek verecek olursak, Dr. Düring Anadolu’da bu hastalıkla ilgili tarama yaparken bir köyde küçük çocuklarda bu hastalığı tespit eder ve araştırır. Ulaştığı netice hayli ilginçtir, çünkü köyün çocukları köy meydanındaki çeşmeden su içmişlerdir ve daha önce o çeşmeden frengili birinin su içtiğini ve bıraktığı mikrobu bu çocuklara bulaştırdığını kanıtlar.
Bazı kaynaklar bu hastalığın ilk kez 15. Yüzyıl sonlarında İspanya’dan gelen Yahudiler aracılığıyla Anadolu’ya geldiğini söyleseler de bu kanıtlanmış bir bilgi değildir. 19. Yüzyıl’ın ilk yarısından sonra Avrupa ile gelişen özellikle ticari ilişkiler başta liman kentleri olan İstanbul ve İzmir’den bu hastalık Anadolu’nun iç kesimlerine yayılmıştır. Zenginleşen sınıfın yanında çalıştırılmak üzere Avrupa’dan getirilen aşçılar, ayvazlar, müstahdemler, bakıcılar ve kontrolsüz bir şekilde İstanbul ve İzmir’e yerleşen fuhuş yapan Avrupalı kadınların bu hastalığın yayılmasında öncülük ettiklerini söylesek abartmış olmayız.
Frengi hastalığının Osmanlı’da salgın haline gelmesi (1806-1812), (1828-1829), (1853-1856), (1877-1878) tarihlerindeki Osmanlı-Rus savaşları sonucunda oluşmuştur. Cepheden dönen askerlerin bu hastalığı tüm Osmanlı topraklarına yayması neticesinde Osmanlı yönetimi bu hastalığı kontrol altına almak için (1856-1858) İstanbul’da ilk genelevlerin açılmasına müsaade etmiştir. 1883 yılında Osmanlı ordusunun reorganizasyonu için Almanya’dan getirilen Doktor Baron von der Goltz Anadolu’nun çeşitli kentlerinde dört yıl içinde 250 bin kişiyi muayene ettiğini ve bunlardan 80 bin kişinin frengili olduğunu padişaha rapor eder. Padişaha sunulan raporlarda bu hastalığın çocuklarda ve masum insanlarda da görüldüğü ve hızla yayıldığının bildirilmesi üzerine Osmanlı Devleti nüfusun hızla azalması ve soyun bozulmasındaki en önemli etkenin bu hastalık olduğuna karar verir.
Osmanlı Devleti bu hastalıkla mücadele etmek için 1889 yılında Almanya’dan bu konuda uzman olan Doktor Ernst von Düring (Düring Paşa) getirtir. Dr. Düring, Tıbbiye’de dersler vermeye başlar ve kendisine Haydarpaşa Askeri Hastanesi Başhekim Yardımcılığı, Ankara ve Kastamonu illeri Genel Sağlık Müfettişliği görevleri verilir. Dr. Düring 16 doktor ve 2 eczacıdan oluşan ekibiyle at sırtında Anadolu’yu tam 14 kez taramış ve bu hastalıkla ilgili hem halkın aydınlanması hem de gittikleri yerlerdeki doktorların bilinçlenmesi için çok sayıda kurslar vermiş ve çalışmalar yapmıştır. Osmanlı Devleti frengi hastalığıyla daha etkin bir mücadele sürdürmek amacıyla 18 Ekim 1915 tarihinde Emraz-ı Zühreviye’nin Men-i Sirayeti Hakkında Nizamnamesi’ni yürürlüğe koymuştur.
Latince adı “syphilis” (sifilis) olan bu hastalığı toplumlar çeşitli değer yargıları yüzünden hep başka toplumlara mal etmeye çalışmışlardır. Bu nedenledir ki genellikle bulaşma kaynağı ile anılır olmuştur (Fransız hastalığı, Napoli hastalığı, Çin hastalığı). Osmanlı ise hastalığın Avrupa’dan geldiğinden dolayı “illet-i efrenci”, “daü’l-efrence”, “maraz-ı efrenci” gibi isimlerle adlandırsalar da en yaygın olarak “frenk uyuzu” ya da günümüzde de kullanılan adıyla “frengi” olarak tanımlanmaktadır. Osmanlı’da frengi ile mücadele 1850’den sonra ciddi anlamda başlamış ve frengi ile mücadeleyi fuhuşla mücadele olarak yürütmüştür. Bu hastalığı Osmanlı hekimleri arasında ilk tanımlayan ve söz eden Cerrah İbrahim Efendi olmasına rağmen, Frengi ile mücadelede Askeri Tıbbiye çok önemli bir rol oynamıştır. Askeri Tıbbiye’nin Dermatoloji ve Veneroloji Kürsüsü’nün başında olan Hüseyin Hulki Bey 1892 yılında Viyana’da yapılan 2. Dermatoloji Kongresi’ne “Sifilizde Civa Tedavisi” adlı bir bildiri sunarak uluslararası alana Osmanlı’da bu hastalıkla ilgili yapılan çalışma ve araştırmaları nakletmiştir.
Hükümet, 23 Mayıs 1922 tarihinde Milletler Cemiyeti’nin 1904, 1910 ve 1921 yıllarında düzenledikleri uluslararası beyaz kadın ve çocuk ticareti, edebe aykırı yayınlar ve benzeri konulardaki konferans ve sözleşme kararlarını kabul etmesine rağmen fuhuş ve frenginin önlenmesinde ciddi bir yol alamamıştır. Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte bu hastalıkla bilimsel bir şekilde mücadele etme yöntemi benimsenmiş ve 1921 yılında çıkarılan “Frenginin Men ve Tehdidi” yasasıyla bütün frengililerin devlet tarafından parasız tedavi edilmesi sağlanırken aynı yıl içinde çıkarılan bir başka kanunla da frengililerin evlenmeleri yasaklandı. 24 Nisan 1930 tarihinde Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıkarılmış ve 12 Kasım 1933’de Fuhuşla ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Nizamnamesi yürürlüğe konmuştur.
Bu hastalığın ülke genelindeki ürkütücü boyutlarını daha iyi kavramamız açısından bazı rakamlar vermekte sanırım fayda var. 1926 yılında 84 bin 662, 1930 yılında 114 bin 730, 1935 yılında 173 bin 578, 1940 yılında 170 bin 177 frengi vakası tespit edilmiş ayrıca 1947 yılının sonuna kadar muayene edilen 2 milyon 247 bin 561 kişiden 862 bin 312’sinin frengi hastası olduğu tespit edilmiştir. Bu hastalığın tedavisi için Hastane, Dispanser ve Hükümet Tabipliklerine ücretsiz olarak 1929 ile 1933 yılları arasında yaklaşık 166,5 kilogram Neosalvarsan, 462 kilogram Bizmut bileşiği ve 1.037 kilogram Cıva bileşiği gönderilmiştir. (Rakamlar için Doç. Dr. Mehmet Temel- Atatürk Döneminde Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklarla Mücadele- sayfa 34-35 )
Frengi hastalığı Osmanlı’da ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında hatta hala günümüzde toplum ve yöneticiler tarafından “ayıp”, “utanılacak”, “saklanacak şey” olarak görülmesi hastalığın yayılmasında ve tedavisinde olumsuz koşulları da beraberinde getirmiştir. Günümüzde dahi bu hastalıkla ilgili yeterince bilgiye, belgeye ulaşmak neredeyse imkânsızdır. Geçmişteki ölüm nedenlerini araştırdığımızda frengi hastalığından ölenlerin bu hastalıktan öldüğü ya yazılmamakta ya da o bölüme bir başka hastalık adı yazılmaktaydı. İşgal ve Kurtuluş Savaşı yıllarındaki gazeteleri ve ilanları incelediğimizde seyyar doktorların bu hastalığın tedavisinde hastanelerden daha çok ilgi gördüğünü tespit edebiliyoruz.
İzmir’in bir liman kenti olması, dış dünya ile ticari bağlarının hareketliliği, etnik toplulukların fazla oluşu eğlence hayatını oldukça hareketli ve renkli kılmaktaydı. Bu durum İzmir’de fuhuş sektörünün de gelişip yaygınlaşmasına neden oluşturmaktaydı. İzmir’de frengi ile ilgili ilk gazete haberlerine 19. Yüzyıl’ın sonlarına doğru rastlarız. Gazetelerde bu hastalığın Avrupalılar’dan bulaştığı yolunda uyarıları okurken aynı zamanda bu hastalığın yalnız hasta olanı değil, tüm ailesini ve sülalesini de etkileyeceği sık sık vurgulanır. Anadolu’nun başı bu yıllarda salgın hale gelmiş olan frengi hastalığı ile iyice derttedir. Öyle ki halkın beşte biri bu hastalığa yakalanmıştır ve İstanbul, İzmir, Kastamonu gibi vilayetlerde bu oran daha korkunç boyutlardadır.
Osmanlı hükümetleri İstanbul’da ve diğer illerde olduğu gibi İzmir’de de frengi ile mücadeleyi fuhuşla mücadele olarak görmüş, özellikle İstanbul’daki uygulamalar İzmir’de de örnek alınmıştır. İzmir’de zührevi hastalıkları önlemek ve tedavi etmek için Halil Rıfat Paşa öncülüğünde bir hastane yapılması kararı alınmış olmasına rağmen bu karar önceleri maddi sıkıntılar nedeniyle hayata geçmemiştir. 26 Ekim 1889 tarihli İzmir Sıhhiye Komisyonu’nca hazırlanan on maddelik raporu Vali Halil Rıfat Paşa Dâhiliye Nezareti’ne göndererek İzmir’de bu hastalıkla ilgili bilgiler ve alınması gereken önlemler hakkında sarayı haberdar etmiştir. Adı geçen bu raporda frenginin kaynağı olarak fuhuş, fuhuşun kaynağı olarak da şehrin muhtelif yerlerindeki genelevleri gösterilmiştir. Raporda İzmir’deki merkezi yerlerde bulunan genelevlerinin şehrin dışındaki Sakızlı Mahallesi’ne taşınması, sürekli denetlenmesi ve çalışanların sıkı bir şekilde sıhhi kontrole tabi tutulması gerekli görülmüştür. Bu raporda 25 yataklı bir hastane kurulması, hastalara gerçek dışı sağlam raporu veren doktorların cezalandırılması ve azledilmesi ve de hastalık taşımayan kişilerin sağlam olduğunu belirleyen bir madeni madalyonun boyunlarına takılması raporda yer almıştır. İzmir’de böylelikle fuhuş kontrol altına alınacak ve frengi ile mücadele edilecektir.
Belediye tarafından 1908 yılında yaptırılan frengi hastanesi (Eşrefpaşa) hizmete girmesiyle hastalıkla mücadele daha sistemli bir hal almıştır. Özellikle genelevlerinde çalışan kadınların bu hastaneye gelip gitmelerinde yaşanan problemler nedeniyle genelevlerde çalışan kadınların muayeneleri çalıştıkları yerlerde ücret karşılığında yapılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet ile birlikte bu hastalıkla mücadelede İzmir’de Emraz-ı Zühreviye Komisyonu kurulmuş, bu komisyon her hafta düzenli toplanarak hastalıkla ilgili birçok uygulamayı hayata geçirmiştir. Komisyon ilk etapta gazino, bar ve benzeri yerlerde kadın garson çalıştırılmasını yasaklamış, ardından sokaklarda fuhuş yapan kadınların toplatılarak genelevlere gönderilmesi ve fuhuş yapanların gizlice takip edilmesi gibi polisiye tedbirler tartışmalara neden olmuş ve hem hastalıkla hem de fuhuşla mücadelenin daha bilimsel yapılması yönünde görüş ve düşünceler dile getirilmiştir. Frengi hastalığı ile ilgili mücadelede bu hastalığa yakalananların tedavilerini kolaylaştırmak ve gizlice yapılmasını sağlamak amacıyla 1927 yılında Eşrefpaşa Hastanesi’nin yanında belediye tarafından Emraz-ı Efrenciye Dispanseri açılmış, gazetelerde bu hastalıkla ilgili kampanyalar düzenlenmiş ve bazı sinemalarda halka frengi ile ilgili tanıtım filmleri gösterilmiştir.
Cumhuriyet’in ilk döneminde frengi ile mücadele tüm aksaklık ve eksiklere rağmen başarı ile sürdürülmüş, öyle ki 1927 yılında ayda ortalama 100 kişi bu hastalıktan dolayı muayeneye tabi tutulurken; 1932 yılında ayda ortalama 1.190 kişi muayene edilmiştir. Aradaki bu büyük farkın Cumhuriyet’in ilk yıllarında halkın sağlığına verilen önemi gözler önüne sermesi açısından çok çarpıcı bir örnek oluşturmaktadır. Bütün bu çalışmaların sonucunda frengi hastalığının hızla yayılmasının önüne geçilmiş ve kontrol altına alınmıştır. 1936-1946 yılları arasındaki on yıllık zaman diliminde İzmir’de yalnızca 3375 frengi vakası tespit edilmesi bunun en önemli kanıtıdır. Frengi ile mücadele zaman, zaman zafiyete uğraması neticesinde bu hastalığın ülkemizde ve kentimizde kökü kazınamamıştır. Salgın halinde olmasa bile hala frengi vakaları tespit edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Dünya’da 1996 yılında bu hastalığa yakalananların sayısını 12 milyon olarak açıklarken, ülkemizde de Sağlık Bakanlığı 1997 yılında frengili hasta sayısının 3023 olduğunu tespit etmiştir. Frengi hastalığının yalnızca fuhuşun önlenmesine indirgemek yerine bu hastalıkla bilimsel bir şekilde mücadele etmek ve toplumun bu hastalık konusunda eğitilmesi gerekmektedir. Tolumdaki bu hastalıkla ilgili utanma, saklama ve korku gibi düşüncelerin süratle aşılması hastalığın önlenmesi konusunda önemli bir rol oynayacağı artık anlaşılmıştır. (Bitti)
Kaynakça:
Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü (1973) T.C. Sağlık Bakanlığı. Yayın no: 46 Ankara
– Yeni Asır gazetesi: 21 Mart 1933, 20 Kasım 1933, 29 Kasım 1933 ve 25 Aralık 1933
– Atay, Çınar: Tarih İçinde İzmir.
– Beyru, Rauf: 19. Yüzyıl’da İzmir’de Sağlık Sorunları ve Yaşam. İBB Kent Kitaplığı.
– Çiçek, Ümit: Antik Dönem Sağlık Merkezleri, İzmir Ticaret Odası Yayınları.
– İzmir’in Sağlık Tarihi Kongresi, 1-3 Aralık 2005 Bildiriler. Editörler: Eren Akçiçek ve Onur Kınlı.
– Karayaman, Mehmet: 20. Yüzyılın İlk Yarısında İzmir’de Sağlık. İBB Kent Kitaplığı.
– Martal. Abdullah. (2000), İllet-i efrenciye (İzmir’de frengi ile mücadele) Tepekule Tarih Yerel Tarih Araştırmaları Dergisi, 1, sayfa 88-91.
– Nikiforuk, Andrew: Mahşerin Dördüncü Atlısı Sağlın ve Bulaşıcı Hastalıklar Tarihi. Çev. Selahattin Erkanlı- İstanbul 2007.
– Pınar, İlhan: Hacılar, Seyyahlar, Misyonerler ve İzmir. İBB Kent Kitaplığı.
– Şenocak, Bülent: Levant’ın Yıldızı İzmir, Levantenler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler. Şenocak Yayınları.
– Temel, Doç. Dr. Mehmet: Atatürk Dönemi’nde Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklarla Mücadele, Nehir Yayınları.
– Uluslararası Amerikan Koleji Araştırma Komitesi: İzmir’deki Bazı Sosyal Koşullar Hakkında Bir Araştırma. İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı, Çeviri: Aykan Kandemir.
– Ürük, Yaşar: İzmir’i İzmir Yapan Adlar. İBB Kent Kitaplığı.